Bir kitap ki… Satır satır yolculuğum!
Hiç gitmediğim yerlere aklımla, kalbimle ayak bastığım. Yaşam gibi tek
biletlik. İstediğimi kattığım ve bazen de hayatımdan çıkarttıklarımla devam
etmek zorunda kaldığım. Sevdiğimi, sevmediğimi, konuşamadığımı, özlediğimi,
yüreğimde sakladığımı… Saklıdır işte. Benim saklım. Kimseye anlatamadığım…
Anlattığımda anlaşılamadığım! Yağmura anlattığımda yeryüzünün sele kapılışını
seyre daldığım. Yüreğimin götürdüğü yere gittiğimde yanılmadığım! Okuduğum
kitaplarla vardığımda gördüklerime, duyduklarıma inanılmaz bir aşk sarmalı ile
sarıldığım! Bir gökkuşağı avuçlarımın arasında yedi rengin esaretine meftun.
Bir tırtılın kelebek olma hayali vardı, benim de elbet, hem ne hayal! Öyle
yaşamak işte! Hayallerimi derdest esnasında mevsimlerin geçiş törenlerinden
mahrum bıraktığım heveslerim. Hâlbuki her biri öyle iz bırakmıştılar ki veda
ederken. Kimi cıvıltıları, kimi ışıltılarıyla. Gökkuşağını seyretmek de en çok
onların hakkıydı sanırım. Cennetin ılık rüzgârları esmeliydi köy evimizin
etrafında, berrak damlalar can olmalıydı rengârenk çiçek açan sarmaşığın
susuzluğuna! Ve bir koku yayılmalıydı toprağın koynundan, kâinata hediye!
Hasret denilen şey acıdaki lezzetin ta kendisi olsa gerekti, yoksa ayrılık
neden aşkı çoğaltsındı ki?
Sonbahardı işte, yapraklar
savrulurken benim de savrulduğum. “Yağmuru sevmeyenin gökkuşağı renksiz olur.”
dediler, ben de sevdim. Kalbime esen sonbahar rüzgârını öteledim; istedim ki
rengârenk olsun iç âlemim! Gökkuşağının renkleri yansımalıydı tebessümlerime!
Dedim ya, eylüldü işte. Her şey yeni başlıyordu… Masalsı bir sevdaydı bizimki;
bazen gözlerimizle, bazen de gölgelerimizle konuştuğumuz…