EMİNE KARA YUNUSOĞLU

GÖKKUŞAĞI

Bir kitap ki… Satır satır yolculuğum! Hiç gitmediğim yerlere aklımla, kalbimle ayak bastığım. Yaşam gibi tek biletlik. İstediğimi kattığım ve bazen de hayatımdan çıkarttıklarımla devam etmek zorunda kaldığım. Sevdiğimi, sevmediğimi, konuşamadığımı, özlediğimi, yüreğimde sakladığımı… Saklıdır işte. Benim saklım. Kimseye anlatamadığım… Anlattığımda anlaşılamadığım! Yağmura anlattığımda yeryüzünün sele kapılışını seyre daldığım. Yüreğimin götürdüğü yere gittiğimde yanılmadığım! Okuduğum kitaplarla vardığımda gördüklerime, duyduklarıma inanılmaz bir aşk sarmalı ile sarıldığım! Bir gökkuşağı avuçlarımın arasında yedi rengin esaretine meftun. Bir tırtılın kelebek olma hayali vardı, benim de elbet, hem ne hayal! Öyle yaşamak işte! Hayallerimi derdest esnasında mevsimlerin geçiş törenlerinden mahrum bıraktığım heveslerim. Hâlbuki her biri öyle iz bırakmıştılar ki veda ederken. Kimi cıvıltıları, kimi ışıltılarıyla. Gökkuşağını seyretmek de en çok onların hakkıydı sanırım. Cennetin ılık rüzgârları esmeliydi köy evimizin etrafında, berrak damlalar can olmalıydı rengârenk çiçek açan sarmaşığın susuzluğuna! Ve bir koku yayılmalıydı toprağın koynundan, kâinata hediye! Hasret denilen şey acıdaki lezzetin ta kendisi olsa gerekti, yoksa ayrılık neden aşkı çoğaltsındı ki?

 

Sonbahardı işte, yapraklar savrulurken benim de savrulduğum. “Yağmuru sevmeyenin gökkuşağı renksiz olur.” dediler, ben de sevdim. Kalbime esen sonbahar rüzgârını öteledim; istedim ki rengârenk olsun iç âlemim! Gökkuşağının renkleri yansımalıydı tebessümlerime! Dedim ya, eylüldü işte. Her şey yeni başlıyordu… Masalsı bir sevdaydı bizimki; bazen gözlerimizle, bazen de gölgelerimizle konuştuğumuz…