Korkuların yalanları doğurduğu
evrende; yerküre, güneş dizgesi, yıldızlar dönerken, bir tek dönmeyen; dönse de
döndüğünü bilemeyen, umutlarının tükendiği, acılarla sınandıklarını sananların
öykülerinden belki de birkaç roman yazabilirdim. Bu ilk romanımı, semaların
altında rüzgârı bazen önüne, bazen arkasına alan, her şeyi olanlarla hiçbir
şeyi olmayanların yaşamlarını belki bir akasya ağacı gibi kurur, bir daha
açamam diye yazdım.
Habil ile Kabilin ezoterik öyküsünden bu yana
bitmek bilmeyen güç savaşında, evrenin küçücük bir parçası olan çamurdan
yapılmış dünyamızda hükümranın mağduru köleleştirdiği, can pazarında insan
etinin bir çuval kömürden ucuz olduğu, eline akıllı bir telefon geçen çocuğun
bile ruhunu esir alan düzenin bir parçası olsak da durup da bir an düşünelim.
Kaderinin yazgısı mı bu, yoksa düzenin yazdığı mı? Kaderin protokolünde Nehir
bir kahpe, Cevdet gerçek bir hükümran, Nevzat aşk insanı, Ali bir devrimci mi?
Nehir, yaşadıklarına “kader;” Cevdet, “mukadderat” derken; ben, “kader değil,
düzenin yazdığı” derim.
Romanım için okuyucularım
istediği adı seçebilir. Bu kitabı okurken aşkla birleşen hüznü tadacak, yaşananlara bir kez daha kızacaksınız. Gene
de yaşamda bir ışık yakalayalım şairin dediği gibi:
Akıp gitmek bir derede
nasıl isterdim ah yazgımı
değiştirmek
Öpüşür gibi sessizlikte
Su içen bir ceylanın halka halka
dudaklarından
Çakılların yosunların köpükteki
nazına doğru başıboş
Hayatın Şarkısı’
Nihat BEHRAM