Erdem Şimşek

Dakhumn

Üst üste yığılı cesetler... Az önce ne kadar şişkinse damarlar, sinirler ne kadar gerginse, şimdi her şey o kadar sakin, serin. Ölüme karşı savaşmıyor ölüler. Kopan bacaklar, sarkan eller, akan kanlar... Hiçbir şeyin farkında değil yüzleri. Yıldızların altında koyun koyuna yatıyorlar. Kimisi dostuna sarılı, kimisi düşmanına. Yaşam akıp gitmiş. Suları kımıltısız bir göl, yüzünde ayı resmetmiş; ay ışığı altında ölüler, yüzlerinde o gölü...

Kurt yavrusunun yüzünde Ölümün parmakları geziyor şimdi. Tüylerine dokunuyor, dişlerine, kulağının diplerine... Eğiliyor kurdun yüzüne. Kurda değil de sanki o ilk zamanda karanlık sularda gözlerini açan, karanlık ormanlarda beyaz mantarlar toplayan, adı Ölüm olarak doğan çocuğun; o kendi karanlık çocukluğunun yüzüne...

Her şeyi tüketen, harcayan, yok eden ve bütün bunları yaşamına kattığı anlamlar ile meşru kılan insan... Bütün hikâyeler insanı ve onun dille, sözle ördüğü yaşamı kutsadı. Peki ya ayın karanlık yüzünde ne var? Yazılmayan hikâyelerde neler var? Ölü topraklarda, ölü bir hikâyeden yola çıkan Dakhumn, okura örmek, anlamlandırmak yerine yüzleşme ve arınmaya varan bir yolculuk sunuyor. Avcının da av, yaşamın da ölümcül olduğunu, kurt adamın önce insan değil kurt da olabileceğini hatırlatarak...