ŞİİR YAZMA SANATI

Şiir yazmak hemen herkesin, yaşamında bir kere de olsa tevessül ettiği bir uğraşı. Aziz Nesin’in yukarıdaki sözü de bu duruma tanıklık etmekte. Türk edebiyatında “öznel eleştiri” dediğimizde aklımıza ilk gelen isim olan Nurullah Ataç da bu konu hakkında şöyle söylüyor:

“Şiir yazan herkes şairdir; iyi şair vardır, kötü şair vardır.”

Peki, iyi şiir ya da iyi şair nedir? Nasıl iyi şiir yazılır; iyi şair olunur?

Bir şeyin iyisini kötüsünü ayırt edebilmek için, onun ne olduğunu bilmek gerekir elbette. Şiir tarihine damga vuran şairlerin şiir anlayışlarına göz atıp şiirin ne olduğuna dair bir cümle damıtacak olursak:

“Sezgi veya ilhamla gelen; bilgi ve çalışma ile varlık ve biçim bulan yazınsal ifadeler bütünüdür.”

Diyebiliriz. İlham ve sezgi¸ akılla işlenmeden tam olarak şiir sayılamayacağı gibi kuramsal bilgi ne kadar kuvvetli olursa olsun; sezgilerin, duyguların olmadığı bir metin de kurallı bir manzumeden öteye geçemeyecektir. Bu unsurların ağırlığı şairden şaire elbette değişmektedir fakat değişmeyen şey şudur: yazın sözlüğüne “şair” sıfatıyla geçmiş tüm isimlerin birer şiir anlayışı; bir başka deyişle, şiirlerinin bir omurgası vardır.

 

 Poetika

 Aristoteles’in şiir hakkındaki görüşlerini içeren eserine verdiği ad olan “poetika”, sonraları şairlerin şiir anlayışlarını ortaya koydukları tüm eserlerin genel adı olarak kullanılmıştır. Ülkemizde ilk poetik sayılabilecek yazı, Ahmet Haşim’in “Şiirde Mana ve Vuzuh” adlı makalesidir. Bu makale daha sonra Piyale’nin önsözü olarak “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla yer almıştır. Necip Fazıl Kısakürek’in de “Poetika” adında kendi şiir anlayışını anlatan ve oldukça ses getiren bir eseri mevcuttur. Her şairin bu konuyla başlı başına ilgili bir eseri olmasa da; hepsi şiire olan bakış açılarını bir vesileyle mutlaka belirtmişlerdir. Nasıl her insanın bir hayat görüşü varsa; her şairin de mutlaka bir şiir anlayışı olmalıdır. Şairin kaleminin kokusu, şiirin her dizesine sinmelidir.

 

 Şiirin tarihçesi

Estetik arayışı, insanın doğasında var olan bir dürtüdür. Dolayısıyla sözcüklerin en estetik hali olan şiirin de bu dürtüye koşut olarak insanlıkla yaşıt olduğunu söyleyebiliriz. Şiir, ilkçağlardan bugüne kadar insanın gelişimine ve çağın gereksinimlerine paralel olarak evrilmiş, sürekli değişim içerisinde olsa da, insanın olduğu her yerde inkışafını sürdürmüştür. Tüm edebi eserler gibi şiirin de malzemesi dildir. Dolayısıyla şiirdeki en köklü değişimlerin; aslında dil değişimlerinin yansımaları olduğunu söylememiz yanlış olmaz. İyi bir şair, şiirin biçimsel ve biçemsel gelişimini bilmeli; dönemlere hâkim olmalıdır. Biçim, ölçü, birim ve ahenk unsurlarını; biçem ise anlatım tarzının esaslarını ortaya koyar.

 Türk şiirinin bilinen ilk şairi, Aprun Çur Tigin’dir. Uygur Türkçesiyle yazan şairin bilinen iki şiiri vardır. Bunlardan biri maniheizm etkisiyle yazılmış bir ilahi, diğeri ise amrakım/sevgilim adlı bir aşk şiiridir.

 

“amrakım / sevgilim

 

kasınçıgımın öyü kadgurar men / kaygılanıyorum düşündükçe onu,

kadgurdukça / kaygılandıkça

kaşı körtlem / kaşı güzelim,

kavışıgsayur men / kavuşmak istiyorum...

 

öz amrakımın öyür men / kendi sevgilimi düşünürüm

öyü evirür men ödü [...] çün / düşünürüm düşünürüm de (kayıp satır)

öz amrakımın / kendi sevgilimi

öpügseyür men / öpmek isterim...

 

barayın tiser / gideyim desem,

baç amrakım / güzel sevgilim

baru yime umaz men / gidemem ki ben,

bagırsakım / bağırım (şefkatlim)...

 

kireyin tiser / sokulayım desem -sana-

kiçigkiyem / küçücüğüm...

kirü yime urnaz men / yine de sokulamam ki...

kin yıpar yıdlıgım / mis kokulum...

 

yaruk tengriler / nurlu tanrılar

yarlıkazunın / buyursunlar,

yavaşım birle / yumuşak huylum ile

yakışıpan ardılmalım / birleşip ayrılmayalım...

 

küçlüg priştiler / kudretli melekler,

küç birzünin / güç versinler.

közi karam birle / kara közlüm ile

külüşüpen külüşügin oluralım / gülüşüp oturalım...”

 

 Türk Edebiyatı Tasnifinde “İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı” ana başlığı altında incelediğimiz sözlü edebiyat dönemine dâhil edebileceğimiz bu şiirde yer yer klasik Türk kafiye düzenine de rastlamaktayız. Şiir yazarken olduğu kadar şiir incelerken de tarihsel gelişimi ve bu gelişimin getirilerini bilmek gerekir. Türk Şiirinin tarihsel gelişimine kısaca göz atalım:

 

İslamiyet Öncesi Türk Şiiri

 Bilindiği gibi İslamiyet Öncesi Türk Toplumu, göçebe bir hayat anlayışına sahipti. Dolayısıyla yazılı edebiyatın gelişimi sınırlı olmuştur. Bu yüzden de sözlü, ağızdan ağıza aktarılagelen ve anonim ağırlıklı ürünler verilmiştir. Ağızdan ağıza aktarılması ve kolay ezberlenmesi açısından hece ölçüsü ile söylenen bu şiirlerde yarım ve tam uyak kullanılmıştır. Aşk, doğa sevgisi, güzellik, kahramanlık öğreticilik gibi konularda söylenen şiirlere koşuk, ölümden duyulan acıyı konu alan şiirlere sagu, milletlerin hayatını derinden etkileyen olayları kişi, zaman, mekân ve olay örgüsü unsurları çerçevesinde anlatan uzun manzumelere destan denmiştir.

 

İslam Medeniyeti Etkisindeki Türk Şiiri

 11. yy’da kaleme alınmış olan Kutadgu Bilig’den itibaren İslam Medeniyeti etkisinde şiirler kaleme alınmaya ve söylenmeye başlanmıştır. İslam Medeniyeti etkisindeki Türk Şiirini Halk Şiiri ve Klasik Türk Şiiri olarak iki başlıkta incelemekteyiz. Halk edebiyatı daha çok İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatının devamı niteliğindeyken Klasik Türk Edebiyatı (Divan Edebiyatı) Arap ve İran kültürlerinden oldukça etkilenmiş ve yüksek zümreye hitap eden bir şiir anlayışı ortaya çıkmıştır. Klasik Şiirde aruz ölçüsü adı verilen, Arap Edebiyatında doğarak İran Edebiyatına, oradan da bize geçmiş bir şiir ölçüsü kullanılmıştır. Şiirler genellikle beyit ve bentlerle kaleme alınmıştır. Fuzuli, Baki, Nef’i, Nedim, Şeyh Galib; Klasik Edebiyatımızın önde gelen şairlerinden bazılarıdır. Halk şiirinde ise İslamiyet öncesi şiirde olduğu gibi hece ölçüsü, yarım ve tam uyak kullanılmış; anonim ürünlerle birlikte şairi belli olan ürünler de(Âşık şiiri, Tekke şiiri) verilmiştir. Ünlü Halk Şairlerinden bazıları: Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Erzurumlu Emrah, Âşık Ömer, Dadaloğlu…

 

Batı Medeniyeti Etkisindeki Türk Şiiri

 Osmanlı İmparatorluğunun değişim çabaları ve Tanzimat süreciyle beraber başlayıp, günümüze kadar sürdüğünü kabul ettiğimiz Batı Medeniyeti Etkisindeki Türk Şiirini ayrı bir yazımızda inceleyeceğiz.

 

Şiir Bilgisi

Şiirin temelinin estetik ve ahenge dayandığını söylemiştik. Şimdi bunları sağlamaya yardımcı olan unsurları tanıyalım.

 

Redif-uyak

Dize sonlarında aynı görevdeki ekler ve aynı anlamdaki sözcüklere redif; farklı anlam ve görevdeki ses benzerliklerine ise uyak denir. Redif ve uyak, şiirde kullanılan en yaygın ahenk unsurlarının başında gelmektedir.

 

Ölçü

Şiirde dize oluşturmanın temel kuralı ölçüdür. Hece sayısının eşitliğini esas alan ölçüye hece ölçüsü denir. Türk Halk Şiirinin temeli hece ölçüsüne dayandığından; Türk Şiirinin milli ölçüsü olarak da kabul edilir. Hece ölçüsü her dönemde bazı şairlerce tercih edilen bir ahenk sağlama yöntemi olmuştur. Hecelerin uzunluğuna-kısalığına dayanan ve Arap Edebiyatında doğan ölçüye ise aruz ölçüsü denir. Hecelerin uzun-kısalığı, hecenin ünsüzle; uzun ya da kısa ünlüyle bitmesine göre belirlenir. Ağırlıklı olarak Klasik Türk Şiirinde kullanılan aruz ölçüsü, Batı Etkisindeki Edebiyatımızda da, özellikle ilk zamanlarda kendisine sıklıkla yer bulmuştur. Aruz ölçüsü Arapça ve Farsça gibi içinde uzun ünlü, kalın ve ince ünsüz barındıran dillere daha uygun olduğundan, aruz kullanılan şiirlerde bu dillerden alınan sözcüklere fazlaca yer verilmiş ve dolayısıyla aruzla yazılan şiirler aynı zamanda dili ağır olan eserler olarak hafızalarda yer edinmişlerdir. Aruzu Türkçeye başarılı bir şekilde uygulayan sanatçı ise Yahya Kemal Beyatlı’dır. Bir şiiri dışındaki tüm eserlerinde aruz kullanmasına rağmen, onun anlaşılır bir dili olduğunu söyleyebiliriz.

 1930’lu yıllardan sonra Nazım Hikmet’in Rus şair Mayakovski’den etkilenerek Türk şiirinde öncülüğünü yaptığı “serbest nazım” adını verebileceğimiz ölçüsüz şiir, Orhan Veli ve arkadaşlarının tüm “şairane” unsurları şiirden çıkarmalarıyla bambaşka bir kimlikle Türk Edebiyatında yer edinmiştir. Birçok şair, farklı şiir anlayışları çerçevesinde serbest nazmı kullanmış, ölçüsüz uyaksız şiirler yazmışlardır. Fakat şu asla unutulmamalıdır ki; ölçüsüz-uyaksız şiir, omurgasız şiir demek değildir. Nazım Hikmet ve arkadaşlarının, Orhan Veli ve Garipçiler’in, II. Yenicilerin… hepsinin birer şiir anlayışı, amaçları ve şiir bilgileri mevcuttu. Serbest nazım kullanan şairlerin amacı, işin kolayına kaçmak değil şiire yenilik getirmek olmalıdır.

 

Ses ve Söz Sanatları

 Şiirde estetiği arttırmak, ifadeyi güçlendirmek amacıyla kullanılan en önemli teknikler, edebi sanatlardır. Anlamı kuvvetlendirmek için kullanılan en yaygın sanatların başında teşbih (benzetme) gelmektedir. İstiare, teşhis, teşbih-i beliğ gibi benzetme türleri; hüsn-i ta’lil, tecahül-i ârif, leff ü neşr, tenasüp, ta’riz gibi sanatlar, anlamla ilgilidir. Bunların yanında asonans (aynı seslilerin sık kullanımı), aliterasyon (aynı ve benzer sessizlerin sık kullanımı), tekrir (tekrar), akis (simetri sanatı) gibi, ses estetiğini sağlamaya yönelik sanatlar vardır.

Yukarıda anlattığımız her şey, geçmişten günümüze şairlerin şiire yaptığı katkılardan başka bir şey değildir. Her şair, verdiği eserlerle, şiir anlayışıyla, tarzıyla; şiiri bulunduğu noktadan ileri taşımayı amaç edinmiş ve bunu başaranlar, edebiyat tarihinde iz bırakan şairlerden olmuşlardır. Şiir yazmak, işte bu yüzden ciddi bir iştir. “şair” ve “müteşair” arasındaki fark da bu noktada ortaya çıkmaktadır.

 

Bahadır Çakıltaş,

Edebiyat Öğretmeni

Sokak Yayınları’nda Şair

 

Referanslarımız